Duyguları Öz-Şefkat ile İşlemek

İnsan zihni, karmaşık ve çoğu zaman kendine bile yabancı olabilen bir yapıdadır. Öyledir ki; hayatımızı şekillendiren ve tercihlerimize yön veren zihinsel süreçler sürekli bizimle olmasıyla beraber kendini unutturmakta da oldukça başarılıdır. Duygularımızı açıkça tanıyıp kabul etmek her zaman kolay olmaz. Bazen hissettiğimiz şeyleri inkâr eder, bastırır ya da onların etrafında dolanırız. Zihnimiz, işlemeyi reddettiği duyguları bir şekilde saklar, ancak bu duygular hiçbir zaman gerçekten kaybolmaz. Yüzeye çıkacak başka yollar bulurlar: Yaygın bir huzursuzluk, tanımlanamayan bir kaygı, dermatolojinin açıklayamadığı cilt problemleri, kronik vücut ağrıları, anlamsız bir hüzün ya da kontrol edilemeyen bazı alışkanlıklar olarak… 

Örneğin, içten içe taşıdığımız kaygılarımızı tam olarak anlamlandıramadığımızda, bunlar yönsüz bir huzursuzluk olarak kendini gösterebilir. Bu huzursuzluktan kaçınmak için sürekli meşgul olma ihtiyacı hissederiz. Kendi başımıza kalmak bize korkutucu gelir çünkü sessizlik, yüzleşmek istemediğimiz duyguların yankılandığı bir boşluk yaratır. Bu yüzden sosyal medyada saatlerimizi harcar, sürekli haber takip eder, internetin dipsiz dünyasında kayboluruz. Ya da bazen zorlayıcı bir şekilde egzersiz yaparak, bedenimizi aşırı yorarak, içsel gerginliğimizi fiziksel yorgunlukla örtbas etmeye çalışırız. 

Benzer şekilde, bir başkası tarafından incitildiğimizde, bunun yarattığı kırılganlığı tam anlamıyla kabul etmek istemeyiz. Birisi bize ihanet ettiğinde, güvenimizi suistimal ettiğinde ya da öz saygımızı zedelediğinde, bu duygulara doğrudan temas etmekten kaçarız. İçimizde bir yerde, açık bir yara gibi duran bu acıyı hissetmek istemeyiz. Bazen sorunları alaycı bir tavırla ele alarak, bazen de kimyasal yollarla – alkol, aşırı yemek, televizyon bağımlılığı gibi – bu hisleri uyuştururuz. Ama aslında içimizdeki duygular oradadır; sadece dolaylı yollardan kendilerini göstermektedirler. 

Bastırılan her duygu, sonunda geri döner. Uykusuzluk, gün içinde bastırdığımız düşüncelerin gece zihnimizden intikam almasıdır. Sabahları tükenmiş ve huzursuz uyanırız çünkü beynimiz, çözümleyemediğimiz her şeyle uğraşmak için gece boyunca meşgul olmuştur. 

Duygularımızı işleyebilmek için önce kendimize şefkat göstermeyi öğrenmeliyiz. Öz şefkat, duygularımızla yüzleşmek ve onları işlemek için gereken en önemli unsurlardan biridir. Kendimize karşı nazik ve anlayışlı olmak, acılarımızı ve zorluklarımızı küçümsememek, onları bir yabancı gibi değil, bir dost gibi kabul etmek demektir. Kendimize karşı duyduğumuz derin empati, duygusal iyileşme sürecini başlatır. Acıyı reddetmek, insan doğamızın bir parçası olsa da, bunu kabul etmek bizi daha güçlü kılar. Kendimize, hissettiklerimizin geçerli olduğunu söylemekten korkmamalıyız. Üzüntü duyuyorsak, gerçekten üzgünüzdür. Öfkeliysek, bunun nedenini anlamaya çalışmalıyız. Kendi duygularımızı küçümsemek ya da onlardan kaçmak, kendimize yaptığımız en büyük haksızlıklardan biridir ve bizi insan olmaktan, insan olduğumuzu hatırlamaktan uzaklaştırır. 

Duyguları işleyebilmek için uygun bir ortamın da önemi büyüktür. Bizi yargılamadan dinleyen, anlayış gösteren dostlar, terapistler ya da bazen sadece kendi içsel sessizliğimiz. Güvenli bir şekilde savunmalarımızı indirebildiğimiz, iç dünyamızı keşfetmeye cesaret edebildiğimiz anlar yaratmalıyız. Felsefi düşünce, meditasyon, yazı yazmak, sanatla uğraşmak veya doğada vakit geçirmek de bu süreci destekleyebilir. 

Bu sürecin sonunda bizi bekleyen şey, her zaman bir tür hafifleme olacaktır. Ancak bu noktaya gelmek kolay değildir. Öncelikle, hayatın bir alanında ya da bir başkasında zorluk çektiğimizi kabul etmek zorundayız. Süreci yaşamak, sonunda bize özgürlüğü de getirir.