Farkındalık: Lütuf mu, Ceza mı?
Yazar: Psk. Heval Erdoğan
Farkındalık, bireyin düşüncelerinin, duygularının ve çevresindeki olayların bilincinde olma hali olarak tanımlansa da, üzerine derinlemesine düşündüğümüzde çok daha karmaşık ve derin bir kavram olduğu ortaya çıkar. Hayatın en tartışmalı yönlerinden biri olan farkındalık, bazen bir lütuf gibi hissedilir; dünyayı tüm güzellikleriyle görmemizi ve anlamamızı sağlar.
Ancak bazen de ağır bir yük gibi gelir; varoluşun sert gerçekleriyle yüzleşmemize neden olur.
Peki, farkındalık gerçekten nedir? Bir lütuf mu, yoksa bir ceza mı? Bu sorunun yanıtı, kişisel deneyimlerimize ve bakış açımıza bağlı olarak değişebilir.
Farkındalık, yaşamın anlamını sorgulamamızı ve kendimizi daha iyi tanımamızı sağlar. Bu da bizi daha anlamlı bir yaşam sürmeye yönlendirir. Başkalarının duygularını daha derinden anlamamıza yardımcı olarak, daha güçlü ve anlamlı ilişkiler kurmamızı sağlar. Kendimizdeki eksiklikleri fark etmemize ve gelişim için adımlar atmamıza olanak tanır. Böylece daha bilinçli ve olgun bireyler haline geliriz. Çevremize daha duyarlı hale gelmemizi sağlar.
Günlük hayatın basit ve rutinleşmiş akışında içtiğimiz kahvenin tadını daha farklı alır, dikkatimize uğramayan güzel kokuları fark eder oluruz. Bu farkındalık, doğaya ve yaşama karşı daha büyük bir minnettarlık hissetmemize yol açar.
Öte yandan, farkındalık hayatın zor ve adaletsiz yönlerini fark etmemize neden olarak derin bir üzüntü ve çaresizlik hissi yaratabilir. Çevremizdeki insanların bizim kadar derin düşünmediğini veya hissetmediğini fark ettiğimizde yalnızlık hissi artabilir. Dünyadaki adaletsizlikleri ve sorunları görmek, içimizde büyük bir sorumluluk duygusu uyandırabilir ve bu, psikolojik bir yük oluşturabilir. Farkındalık, kendimizdeki eksiklikleri daha net görmemize neden olabilir. Bu durum, özellikle mükemmeliyetçi kişilerde büyük bir baskı yaratabilir.
Bu noktada, farkındalığın hem olumlu hem de olumsuz yönlerini kabul etmek, onunla sağlıklı bir şekilde başa çıkmamızı sağlar. Hayatın güzelliklerini görmekle zorluklarını kabullenmek arasında bir denge kurmak, ruh sağlığımızı korumamıza yardımcı olabilir. Sahip olduğumuz güzel şeyler için şükran duymak, olumsuz duyguların etkisini azaltabilir. Dünyadaki adaletsizlikleri fark ettiğimizde, bunu bir yük olarak görmek yerine, küçük de olsa bir şeyler yaparak olumlu bir değişim yaratmaya çalışabiliriz. Farkındalık, zaman zaman zorlayıcı olabilir. Bu yüzden kendimize zaman ayırmak, dinlenmek ve mental sağlığımıza özen göstermek önemlidir.
Sonuç olarak, farkındalık hem bir lütuf hem de bir ceza olabilir. Hayatı nasıl algıladığımız, ona nasıl yaklaştığımızla doğrudan ilgilidir. Eğer farkındalığı bir hediye olarak görürsek, hayatın anlamını keşfetmek, insanlarla derin bağlar kurmak ve kendimizi geliştirmek için bir fırsat yakalarız. Ancak onu bir yük olarak görürsek, hayata karşı umutsuz ve yalnız hissedebiliriz. Sonuç olarak, farkındalık büyük bir güçtür ve onu nasıl kullanacağımız tamamen bizim seçimimize bağlıdır.
Carl Jung, ”Bütünlüğe doğru yolculuk, kendi iç dünyamızı keşfetmekten geçer” derken bireysel bilinçdışının yanı sıra kolektif biliçdışının da farkındalığın önemli bir parçası olduğunu savunmuştur. İnsanların kendi iç dünyalarını keşfetmesi, genellikle zorlayıcı ve hatta korkutucu bir süreç olabilir. Çünkü birey, bu yolculuk sırasında bastırdığı duygularla, travmalarıyla ve kendine dair gerçeklerle karşılaşacaktır. Bu durum, kişinin kendisini yeniden değerlendirmesine, inançlarını sorgulamasına ve bazen de değişim ihtiyacıyla karşı karşıya kalmasına neden olur. Bu nedenle, birçok insan içsel yolculuğa çıkmak yerine dış dünyanın dikkat dağıtıcı unsurlarına sığınmayı tercih eder. Ancak, kendi iç dünyasını keşfetme cesareti gösteren bireyler, uzun vadede daha derin bir öz farkındalık ve psikolojik dayanıklılık kazanabilirler. Bu süreç, zorlayıcı olsa da bireyin kendisini daha iyi anlamasına ve daha tatmin edici bir yaşam sürmesine katkı sağlayabilir.
Abraham Maslow, ”İnsanlar sadece hayatta kalmak istemezler, aynı zamanda büyümek ve potansiyellerini gerçekleştirmek isterler” diyerek farkındalığın, kendini gerçekleştirme ihtiyacının temel bir parçası olduğunu göstermiştir. Bu iki büyük düşünür de farkındalığın, insanın kendini keşfetmesi ve geliştirmesi için hayati bir rol oynadığını savunur.
Öyleyse farkındalığı bir yük olarak görmek yerine, onu bilinçli bir şekilde yöneterek hayatımızı daha anlamlı kılabiliriz.