HATIRLAMANIN HEDİYESİ: UNUTMAK
Yazar: Psk. Zülal Nur Özder
Hayatta karşılaştığımız her deneyim hafızamıza bir iz bırakır. Bazılarını hatırlamak isteriz, bazılarını unutmak için mücadele ederiz. Peki unutmak, sadece bir savunma mı, yoksa hayatın bize sunduğu en büyük lütuflardan biri mi?
Fen-Edebiyat Fakültesi’nde aldığım ilk derste, sonradan çok seveceğimi daha ilk anda fark ettiğim çok değerli bir hocamdan duyduğum ilk cümle şuydu: “Unutmak, bize verilen en büyük lütuftur.”
İlk hissiyatım, bu cümlenin gerçeği ne kadar doğru yansıttığı yönündeydi. Ancak o zamanlar başka biriydim ve şimdi dönüp baktığımda, yine katılıyor olsam da, önceki yüzeysel onaylamamdan daha farklı bir yerden kabul ediyorum bu iddiayı.
Şöyle açıklayayım: O zamanlar bu düşünceye katılmamın nedeni, aklıma ilk olarak olumsuz duyguları unutmanın gelmesiydi. Sahiden de öyle; daha rahme düştüğümüz andan başlayarak, eninde sonunda varacağımız toprağa kadar hayatımızın içindedir acılar, düş kırıklıkları, utanç ve suçluluk gibi duygular. Aklımızda olumsuz izler bırakan bu duyguları unutabiliyor olmak, sahiden büyük bir şans.
Bir hayal etsenize: ilkokulda dersteyken altınıza kaçırdığınız anı, ya da ilk iş görüşmenizde bir türlü toparlayamadığınız cümleler sürekli gözünüzün önünde olsaydı… Evet, o anılar hâlâ bir yerlerde, hâlâ kimliğimizin bir parçası. Ancak burada bahsettiğimiz şey, yüzeysel bir unutma. Şanslı olduğumuz kısım şu: çağırmadığınız sürece bu anılar zihninizin ön saflarında belirmez.
Bugün hangi yaştaysanız, bu yaşınıza kadar ailenizle, dostlarınızla ya da sevdiklerinizle yaşadığınız tartışmalar sürekli aklınızda olsaydı, onları aynı sevgiyle sevebilir miydiniz? Her adım attığınızda, önceki başarısız adımlarınızı hatırlasaydınız, yürümeye devam edebilir miydiniz? Veya kaybettiğiniz birinin acısı her an zihninizde taze kalsaydı, hayatla nasıl bağ kurabilirdiniz?
Doğal olarak, olumsuz duyguları unuttuğumuz gibi, olumlu olanları da unutuyoruz. Ve bunun da güzel bir yanı var. Yeni güzel anılara yer açabilmek için, bazı eski anıları sindirip hafızamızın arka planına göndermemiz gerekiyor. Bazen çok eski dostlarınızla oturup saatlerce eskiden yaşadıklarınızı yad edersiniz. Tatlı bir duygudur bu, evet, ama içine çok da kapılmamak gerekir. Yeni anılar üretmek için geçmişi şükranla uğurlamak gerekir.
Benzer şekilde, bazı ruhsal bozukluklarda, bu unutma işlevi yalnızca olumsuz çekirdeğe odaklanarak bilinçli ya da bilinçsiz biçimde engellenir. Kaygı bozukluğu yaşayan biri geçmişteki tehditleri sürekli hatırlar; depresyonu olan biri sadece başarısızlıklarını görür; panik bozukluğu yaşayan birinin zihninde sürekli panik atak anıları döner durur. Bu süreçleri etkileyen birçok faktör vardır: geçmiş deneyimler, güncel yaşam koşulları, öğrenilmiş kalıplar… Ancak işin büyük kısmı, unutma işlevinin sağlıklı bir şekilde çalışmaması ve gelecek anılara yer açılmamasıdır.
Bilişsel Davranışçı Terapi başta olmak üzere birçok terapi ekolü, bu olumsuz yönde toplanmış düşüncelere, duygulara ve anılara müdahale ederek, bu olumsuz yığılmaları dengelemeyi amaçlar. Mantık şudur, hiç kimse tamamen başarısızlıklarla ya da acılarla dolu bir hayata sahip değildir. Bu oran kişiden kişiye değişebilir, kimisinde bazen %40-%60, bazen %20-%80 gibi bir oran olabilir. Tabi arada nötr anılar da olabilir, ille de olumlu olumsuz diye bölmek de şart değil. Ya da bir kişinin olumsuz diye nitelendirdiği anılar, başka biri için nötr veya olumlu anlam ifade edebilir. Düşünceler dünyası oldukça çeşitlidir, geniş kapsamlıdır. Müdahalelerin ortak parıltısı da buradan gelir, tekdüzeliğe kapılmış bu dünyayı daha gerçekçi ve geniş kapsamlı bir dünya haline getirmeye çalışmak.
Bunu yapabildiğimiz noktada unutulması gerekenler de kendi doğal dengesini bulur.
Ne kadar gerçekçi bir bakış geliştirebilirsek, geleceğe açacağımız alan da o kadar zenginleşir.
Başka bir konu da her ne kadar unutmak oldukça işlevli olsa da o anıların her daim çağırabileceğimiz bir yerde olması, tamamen bastırılmaması da önemlidir. Aksi durumda oradaki boşluk, var olan duyguyu tecrübe etmiş olmanızdan daha rahatsız edici olacaktır. Travmatik tecrübelerde önemli bir detaydır bu: aşırı stres anında beynimizin hafıza deposu olan hipokampüs, salgılanan kortizol seviyelerinden etkilenir. Kortizol, yararlı dozlarında hafızayı keskinleştirebilir; ancak fazla ya da uzun süre salgılandığında hafızamızda kopuk parçalara sebep olur. Buna rağmen beynimiz boşluklardan pek hoşlanmaz; hemen o boşlukları dolduracak bir şeyler arar.
Yaşanan acı ve olumsuz tecrübenin etkileri, bizi belirsizlikleri doldurup bunların yaşanmasına sebep olan suçluları aramaya iter. Zihnimiz, genel olarak bizi merkeze koymaya meyillidir ve bu sebeple sanki dünya bizim etrafımızda dönüyormuş gibi hissetmemize sebep olur. Bu kopuk parçalar kişide olayın olduğundan daha olumsuz bir çerçeveye yerleştirilmesi, kendini suçlama veya çevredeki herkese karşı aşırı tetikte olma durumu gibi sonuçlar ortaya çıkarabilir. Travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete bozuklukları, fobik durumlar veya depresyon gibi bozuklukların ortaya çıkışına zemin hazırlanabilir.
Tam da bu sebeple travmatize olmuş bireylerle çalışırken ilk adımda anıların toparlanması oldukça önemlidir. Bu, kişiye olayı tekrar tekrar yaşatmak veya acı çektirmek için uygulanan bir prosedür değildir. Aksine, kişinin anılarını düzenleyememesinin yol açabileceği yıkıcı sonuçları önlemek için yapılan bir müdahaledir.
Aslında duyguları bastırmak gibi kavramların zararlı olarak anılmasının bir sebebi de budur. Siz bastırmaya çalıştıkça, anılarınız şekil değiştirecek; olduğundan daha kırıcı görünmeye başlayacaktır. Ve aynı “pembe fili düşünmeyin” dendiğinde zihninizde pembe filin belirmesi gibi, bastırmaya çalıştığınız duygular da dibinizde bitecek – çoğunlukla en çarpık halleriyle.
Unutmak bir hediyedir, evet.
Ancak o duygulara bir yerlerde sahip çıkmak, anılara olduğu gibi erişme hakkına sahip olmak da en az onun kadar büyük bir lütuftur. Ne yaşarsanız yaşayın, o anılar ve duygular her daim bugünkü benliğinize katkıda bulunacaktır. İster çarpık yapmalarla, ister organize edilmiş silik anılarla…
Unutmayın ki, kim olduğumuzu belirleyen şey; neler yaşadığımız değil, yaşadıklarımızı nasıl dönüştürdüğümüzdür.
Kaynakça
Anderson, M. C., & Hanslmayr, S. (2014). Neural mechanisms of motivated forgetting. Trends in Cognitive Sciences, 18(6), 279–292. https://doi.org/10.1016/j.tics.2014.03.002
Brewin, C. R. (2011). The nature and significance of memory disturbance in posttraumatic stress disorder. Annual Review of Clinical Psychology, 7, 203–227. https://doi.org/10.1146/annurev-clinpsy-032210-104544
Harvard Health Publishing. (2018). How memories form and how we lose them. Harvard Medical School. https://www.health.harvard.edu/mind-and-mood/how-memories-form-and-how-we-lose-them
van der Kolk, B. A. (2014). The body keeps the score: Brain, mind, and body in the healing of trauma. Penguin Books.